Uzakdoğu sinemasını ANLAYABİLMEK!

Mayıs 5, 2009 at 6:11 am (Uzakdoğu sineması hakkında)

dororo600x450wu9

Uzun zamandır (epey uzun zamandır) blog’a yazı yazmıyordum. Bunun zamansızlık, üşengeçlik ve TURP (evet turp) gibi nedenleri var. Yazmak istediğim zaman, vaktim yoktu. Vaktim olduğu zaman, öyle böyle değil çok feci üşendim. Başka başka projeler, iş güç gibi naneler de ortaya çıktı falan. Olmadı olamadı işte sevgili az ama öz okuyucularım. Tam olarak yakın bir zamanda üstümdeki bu üşengeçlik ve rehaveti kırarak o güzel mutlu ve turuncu (!) günlere geri dönmek istercesine aldım klavyemi elime.

Aslında hemen bir tanıtım yazmak istiyordum fakat sürekli olarak aklıma takılan ve canımı sıkan bir konuyu blog’um da bir noktada işlemem gerektiğini farkettim. Sonuç olarak şu anda okumakta olduğunuz yazıyı hazırladım (Dediğim noktada sanki yazıyı çoktan bitirmiş gibi konuşuyor olup da, bir taraftan hala yazıyor olmam da bir çelişki değil midir?) (Öyledir) (Hee, iyi o zaman)…

Başlığa bakarak kendinizi korkulardan korkulara sürüklemenize gerek yok sanırsam (ya da var mı bilemedim şu noktada). Ama şundan emin olun. Burada oturup size saatlerce uzakdoğu filmlerinin derin felsefesinden ya da buna benzer epik sıkıcı entel kuntel dertlerimden bahsetmeyeceğim. Daha çok bir sıkıntımı dile getirmeye çalışacağım. Peki nedir derdim? Basit bir şekilde başlıkta yazdığı üzere: Uzakdoğu sinemasını anlamak! Peki niye anlıyoruz? Manyak mıyız biz? Çok basit: Anlıyoruz. Çünkü anladığımız zaman izlediğimiz şeye kendimizi daha yakın hissediyor, daha çok gülüyor, ağlıyor, korkuyor ya da heyecanlanıyoruz. Çünkü neye güldüğümüzü az da olsa kafamızda idrak edebiliyoruz.

wigBu yazıyı asıl yazma niyetim internet’te gezinirken afedersiniz ama “Moloz İzleyici” adını vermek istediğim (ki bunların niye hiç şaşırmadıysam yüzde doksanı türk) Sinemasöverler’in özellikle hakkında hiç bir fikri olmadan kendi tabiatıyla MOLOZCA izlediği filmler üzerine manasız şekillerde atıp tutmalarıyla karşılaşmamdır. Hayır, tabiki de derdimi oturup onlara anlatacak değilim. Hatta işim olmaz diyeyim. Benim derdim daha çok bu ademoğlunun önündeki nimeti sömürüp üzerine “Oyunculuk rezalet, konusu çok saçma, filimde iğrençti zaten beağbiii! Boşuna izleyip zamanınızı harcamayın orteaam!” şeklinde tükürmesini dikkate alabilecek ve belki de o vakitten kelli uzakdoğu filmlerinden bucak bucak kaçacak insanları bilinçlendirmek. Ama nedir? Biliyorum ki arada GERÇEKTEN konsepti kendine yakın bulmayan, sevmeyen insanlar var (Erol selamlar sana bilader). Onlara diyebileceğim hiç bir şey yok. Zaten uzakdoğu sinemasi sevmek dertli iştir. Ama dediğim gibi benim derdim bilip de sevmeyenlerle değil, bilinçsiz tüketip bi de üstüne yargılayan insan evladıyla.

Şimdi burada çok takdir ettiğim bir insan olan Cem Yılmaz’ın “Mühendis mantığıyla Titanik izleme” esprisini hatırlatmak istiyorum (Bilmeyenler CMYLMZ’i izlesinler bi zahmet). Mesela derdimi anlatmak için en basitinden başlıyorum. Atıyorum bir türk komedi filmi var elimizde. Şöyle en abuklarından falan bir tane (Bildiniz siz onu). Bu filmi alıp az önce bahsettiğim modeldeki insan çeşidinin seri üretilmiş bir dolu modeline izletiyoruz. Ne oluyor? Kahkahalara boğuluyorlar. Çünkü kimse kusura bakmasın da “Osuruğa gülme” dediğimiz konsept türk insanının beyninde yerini öyle kolay almış ki istersen de çıkaramazsın. Peki, zevk meselesidir. O da kabul. Şimdi filmimizi kolumuzun altına sıkıştırıp, hiçbir masraftan kaçınmayıp Tokyo’ya gidiyor ve mevzudan bi haber bir japon dostumuza filmi izletiyoruz… Sanırım ne olacağını herkes tahmin edecektir zaten: Ekrana neredeyse olmayan küçücük gözleriyle boş boş bakan ufak tefek bir uzakdoğu insanı! Fakat tek ama en büyük farkı size söyleyeyim: O adam, bu BİLMEDİĞİ kültürün ANLAMADIĞI esprileriyle bezenmiş bu sinema ürününden tatmin olmadığını yüzde doksan ihtimalle içine sindirecek ve orada burada atıp tutmayacaktır.

yokaiwarto9jb8Aslında konuyu çok dağıtmak niyetinde değilim ama bunlardan bahsetmezsem de olmazdı sanırım. Sonuçta anlatılmak istenen şey çok basit: Eğer farklı bir kültürün ürününe oranın yaşam tarzı, alışkanlıkları, toplumu vs. gibi ögelerini göze alarak yaklaşmazsak kabul edelim ki bir miktar saçma olacaktır. Bu yüzden zaten acaip bir millet olan doğu asyalıların derdini en iyi şekilde anlatmayı sevdikleri sinema sektörlerini de anlamak zor olacaktır.

Yazının başından beri uzakdoğu filmleri diyip duruyorum da aslında genel olarak anlaşılmayanlar veya insanlara saçma, karmaşık gelenler Japon sineması ürünleri oluyor. Mesela Güney Kore filmleri daha çok dram, duygusal, gerilim ve tarihi ağırlıklıdır. Çekimler, hikayeler, anlatım dili genelde bir çok insana rahatça hitap etmektedir. Tayvan sineması da Kore sinemasına epey yakındır ve izleyiciyi çok fazla yoran filmleri yoktur. Çin ve Honk Kong filmlerinde iş bi miktar karışabilir. Zira abartı efektli, bol aksiyonlu ve fantastik duruşa sahip sıradışı aksiyon filmleri karşımıza çıkar. Fakat zamanında binbir inatla (ki yaşasın) türk televizyonlarında gösterilen gerek Bruce Lee, gerek Jackie Chan filmleri (daha sonraki yıllarda da Jet Li’nin katılımı) ile de türk seyircisi bu tarz filmlere de epey alışık sayılır. Ama başta da dediğim gibi; İş Japon sinemasına gelince kafalar bir miktar karışıyor.

Nedeni çok basit. Japonlar insan değil. Evet! Japonlar insan değil. Başka bir ŞEY onlar. Yani bir tarafta bildiğimiz dünya ırkı olan insanlar var; Bir tarafta da japon ırkı.

İşin şakası bir yana japonların gerçekten çok farklı düşünen ve bu düşünce tarzını yaşamlarına yansıtan bir yapısı var. Bunun tabi ki en büyük nedenlerinden biri japonya’nın gereğinden fazla kozmopolit bir yapıya sahip olması. Şimdi burası tam olarak lafı kesip çok fazla uzatmadan asıl konuya geri dönmem gereken nokta. Yoksa japonların neden böyle acaip varlıkları olduğunun tarihinden girip, meiji restorasyonuna gireceğim. Ayıptır. Sakin kalmak lazım.

enter_the_dragonDemek istediğim o ki japonlar yüzyıllardır günlük hayatlarında yaptıkları her şeye kendi kültürlerinin ve sosyal yaşantılarının parçalarını katarak onları kendilerine özgü kılmayı başarıyorlar. Bunlar iş hayatından, savaşlara; müziklerden, dini inanışlara; kitaplardan, çizgi romanlara; animelerden, sinemasına kadar bir çok şeyi kapsıyor. Bizi şu noktada ilgilendiren kısım doğal olarak sinema.

Peki japon sinemasında neleri görebilirsiniz? Herşeyi. Normalde yadırgayabileceğiniz, abartı bulabileceğiniz, hüzünleneceğiniz, korkacağınız, saçma bulacağınız, aşık olabileceğiniz her şeyi görmek mümkün. Japon sinemasında Tokyo’ya gizlice sızmış uzaylı zombileri avlayan samuraylar görebilirsiniz. Bunun yanında sadece basit bir şekilde birbilerine olan platonik aşklarını yaşayan iki komşunun hikayesini izleyebilirsiniz. Bazen bu hikayeye filmin en olmadık yerinde rahatsız bir hayalet girerse şaşmayın. Hele ki bu hayaletin aslında filmin korku değil de komedi unsuru olduğunu farkettiğiniz noktaya daha çok varken. Bilmediğiniz şey ise filmin sonunda öğreneceğiniz süprizdir: Aslında bunun bir bilim-kurgu filmi olduğu. Ağır mı geldi? Alışsanız iyi olur. Çünkü bir noktadan sonra japon sinemasının size sunduğu amansız eğlenceye doyamıyor hale geliyorsunuz. Eğer 2-3 tane iyi olarak bilinen farklı örneğini izledikten sonra bazı şeyler hala size garip geliyorsa çok kasmayın ve saygılarınızı sunarak orada bırakın. O noktada japon sinemasının pek de size göre olmadığını anlayacaksınız.

Bir diğer değinmem gereken nokta sürekli olarak oyunculuklar hakkında yapılan epey olumsuz ve rasgele eleştiriler. Japon sineması bir çok açıdan Grotesk bir yapıyı besler. Buna sadece abartılı hikayeler, abartılı çekimler, ya da abartılı aksiyon sahneleri dahil değildir. Abartılı oyunculuk da dahildir. Zaten normal hayatlarında tepkilerini ve mimiklerini gereğinden fazla abartarak göstermeyi adet edinmiş japon halkı için bu çok da garip gelmiyor. İnsan alışık olmadığı için başta yadırgıyor bir miktar. Ama asıl oyunculuğu çoğu zaman o abartılı mimiklerin, konuşma tarzlarının ve tepkilerin altında yatan kalite belli ediyor.

Aslında daha anlatacağım çok şey varmış gibi geliyor ama bu, hem benim açımdan yazıya dökerken, hem de sizin açınızdan o kocaman yazıyı okurken epey işkence olacaktır. Fakat, az da olsa derdimi anlatmayı başardım sanırım. Şimdi gidin biraz uzakdoğu filmi izleyip eğlenin! 🙂

kitamuras-lovedeath-shinjitakeda-full
(Bir de beyazperde’deki izleyici yorumlarından uzak durun. Çok feciler, çok…)

Kalıcı Bağlantı Yorum Yapın